Bütün Ashâb-ı Kirâm; bir lütuf ve kerem, bir fazîlet ve hidâyet menbaı olan Resûl-i Zîşân hazretlerinden feyz almışlardı. Bu sayede pek nezih, saf birer kalbe sahip bulunduklarından biribirlerinin fazîletlerini, meziyetlerini itirâftan geri kalmaz, birbirine karşı şefkat ve muhabbet ibrâzından geri durmazlardı. Nitekim bu hakîkati Kur'ân-ı Kerîm de şöylece nâtık bulunmaktadır: "Hazret-i Muhammed, Resûlullâh'dır. Onunla beraber olanlar, yani; bütün Ashâb-ı Kirâm, münkirlere karşı pek şiddetlidirler, kendi aralarında ise pek merhametlidirler; Sen onları vakit vakit rükû halinde, secde halinde yani; ibâdet ve tâatta görürsün. Onlar, Allâhü Teâlâdan fazl ve kerem isterler, Allâhın rızâsını kazanmak isterler. Yüzlerindeki îmân alâmeti, hidâyet ve gufrân nişânesi secdelerinin birer eseridir." (Fetih sûresi, Âyet-i kerîme:29)
Artık böyle bir ilâhî tezkiye dururken Ashâb-ı Kirâm aleyhinde hangi Müslüman bir şey söyleyebilir? Bütün Ashâb-ı Kirâm hakkında müfessirlerin, muhaddislerin, fukahânın, bütün Ehl-i İslâm'ın nezîh itikâdlarını, İslâm büyüklerinin sözlerine istinâden bu kitapta kaydetmiş bulunuyoruz. Bunun hilâfındaki bir kanâat, bir bid'attir, bir ma'siyettir. Ahmed İbn-i Hanbel gibi büyük müctehidlerden birçokları, Ashâb arasındaki hâdiselerden bahsedilmek istenince: "O bir ümmetti, geldi geçti. Ona kendi kazandığı, size de kendi kazandığınız. Siz onların amellerinden sorulacak değilsiniz." (Bakara Sûresi, Âyet-i kerîme:134) meâlindeki âyet-i celîleyi okur, onlar hakkında hürmete münâfî sözler söylenmesine meydân vermezlerdi.
Biz, Allah rızasına muhalif olan hiç bir muameleyi haşa tasvib etmeyiz, edemeyiz. Fakat şimdi biz bin üç yüz sene evveline ait bir hadise hakkında tarihlerin, muhtelif bir takım şayialara dayanan yazılarına bakıp da Ashab-ı Kirâm’dan veya diğer Müslümanlardan, herhangi bir zata karşı düşmanlık göstermeye, dil uzatmaya asla selahiyetimiz yoktur. Zaten böyle bir hareketten biz ne kadar kazanırız? Bilakis bu hususta yanlış bir hülüm verirsek, yarın indallah mes’ul olmaz mıyız?